Avrupalı siyasetçilerin İsrail karşısındaki iki yıllık sessizliği New York'ta bozuluyor

İşgalci İsrail'in Gazze'de işlediği soykırım karşısında Avrupalı siyasetçiler nezdinde yaklaşık iki yıldır süren sessizlik, Filistin Devleti'nin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu marjında giderek daha fazla ülke tarafından tanınmasıyla bozuluyor.

Avrupalı siyasetçilerin İsrail karşısındaki iki yıllık sessizliği New York'ta bozuluyor

İşgalci İsrail'in Gazze'ye 7 Ekim 2023'te başlayan saldırılarının ardından geçen yaklaşık iki yılda Avrupa'nın tutumu uluslararası kamuoyunun hedefinde yer alıyor.

AB'nin fiili lideri, yürütme organı Komisyonun başındaki Alman siyasetçi Ursula von der Leyen'in 14 Ekim 2023'te Tel Aviv'i ziyaret ederek koşulsuz destek sunması, Avrupa'nın tarafsızlık iddiasını zedeleyen ve kıtanın uzun yıllardır kurmaya çalıştığı dengeli arabulucu imajını sarsan bir dönüm noktası oldu.

Saldırıların soykırım niteliği kazanmaya başladığı ilerleyen aylarda dahi Avrupa'dan işgalci İsrail hükümetine eleştirel sesin yükselmemesi kamuoyunda öfke uyandırdı.

Yöneticilerini soykırıma suç ortağı olmakla, çifte standartlarla itham eden on binler başkentleri doldururken, bazı ülkeler Filistin Devleti'ni tanıyacaklarını dillendirerek Avrupa'da değişimin fitilini ateşledi.

İspanya, İrlanda, Norveç 28 Mayıs 2024'te, Slovenya 4 Haziran 2024'te Filistin Devleti'ni tanıma kararı aldı.

Bu konuda en büyük adım ise Fransa'nın 10 Temmuz 2024'te yaptığı açıklamayla geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu adımı BM Genel Kurulu'nda atmayı planladığını duyurdu.

Yaz ortasında gelen bu açıklama, Avrupa'nın diplomatik sessizliğini kırdı ve kıtanın siyasi gündeminde yeni bir dönemin kapılarını araladı.

Ardında İngiltere Başbakanı Keir Starmer, 29 Temmuz'da benzer bir açıklama yaptı. Bu, Avrupa'da Filistin'in bağımsızlığını tanıyan ülkelerin sayısını artırarak diplomatik bir ivme kazandırdı.

AB kurumlarına ev sahipliği yapan Belçika'nın taze hükümetinin Dışişleri Bakanı Maxime Prevot da ülkesinin bu girişimin bir parçası olması gerektiğini savunarak, 2 Eylül'de kararı açıkladı.

Lüksemburg, Malta, Portekiz, Andorra ve San Marino'dan da aynı yönde açıklamalar birbiri ardına geldi.

AB'den yaptırım kararı, yeni söylemler

Hem kıtadan hem kendi üyelerinden gelen ulusal girişimler karşısında AB de kademeli olarak söylem değişikliğine gitti.

AB'nin tavrındaki ilk değişiklik, Hollanda'nın talebi üzerine İsrail ile Ortaklık Anlaşması'nın gözden geçirmesi kararı oldu.

AB Komisyonu 20 Mayıs'ta anlaşmayı, ortaklığı "insan haklarına ve uluslararası hukuka bağlılık" şartına bağlayan ikinci maddesi uyarınca incelemeye alacağını duyurdu.

İnceleme sonucunda İsrail'in insan haklarını ihlal ettiği tespit edildi. AB Komisyonu bunun üstüne, yaz tatili arasının ardından İsrail'e kısmi yaptırımları gündeme getirdi ancak radikal bir adım atmadı.

AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, bu dönemde yaptığı açıklamalarda, Birliğe yöneltilen ağır eleştirileri, üye ülkeler arasındaki farklı yaklaşımlara bağladı. Kallas, AB’nin yekpare bir dış politika çizmekte zorlandığını kabul ederken, Birliğin ortak bir söylem geliştirmekte geciktiğini ifade etti.

AB'nin esas tutum değişikliği ise Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen'in Strasbourg'da 10 Eylül'de yaptığı yıllık "Birliğin Durumu" konuşmasında geldi.

Von der Leyen, İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'daki eylemlerini "iki devletli çözümü baltalamaya yönelik açık bir girişim" olarak niteledi, birçok AB üyesi ülkenin kendi yaptırımlarını açıkladığına ve tedbirlerini aldığına değindi.

Bu ifadeler, Birlik tarihinde ilk kez en üst düzeyde dillendirilmiş bir yön değişikliği olarak kayıtlara geçti.

AB Komisyonu, işgalci İsrail'e yönelik ticaret imtiyazlarının kısmen askıya alınmasıyla ilgili yaptırım teklifini 17 Eylül'de AB Konseyi'ne iletti.

AB Konseyi'nde nitelikli çoğunluğa ulaşılarak kabul edilmesi halinde İsrail'den AB'ye ihraç edilen ürünler artık gümrük vergilerine tabi olacak.

Ayrıca aşırılık yanlısı İsrailli siyonist bakanlara, işgal altındaki Filistin topraklarını gasbeden şiddet yanlısı yerleşimcilere ve bunu destekleyen kuruluşlara yönelik yaptırımlar da paket kapsamında yer alıyor.

Komisyonun kendi inisiyatifi olarak ise işgalci İsrail'e çeşitli programlarla verilen ikili destek kapsamında toplamda yaklaşık 15,5 milyon avro dondurulacak.

Aynı gün AB Komisyonunun Eşitlik, Hazırlıklılık ve Kriz Yönetiminden sorumlu üyesi Hadja Lahbib, BM Filistin Bağımsız Uluslararası Soruşturma Komisyonunun işgalci İsrail'in Gazze'de soykırım yaptırdığını bildirmesiyle ilgili, "Bunu durdurmak tüm BM ülkeleri olarak bizim sorumluluğumuzdur. Bu nedenle, sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz." ifadelerini kullandı.

Kamuoyu etkisi

Avrupa'daki bu dönüşümün ardında, son dönemde yükselen kamuoyu baskısı dikkat çekiyor. Gazze'de yaşanan insani krizin ardından Avrupa şehirlerinde düzenlenen gösteriler, hükümetler üzerinde doğrudan bir etki yarattı.

Sadece 7 Eylül günü, AB'nin başkenti Brüksel'de on binlerce kişi yürüyerek Filistin'le dayanışma çağrısı yaptı. Son aylarda Paris'ten Madrid'e, Berlin'den Kopenhag'a kadar pek çok şehirde düzenlenen kalabalık protestolar, siyasilerin Filistin meselesinde daha net ve açık bir pozisyon almalarını zorunlu kıldı.

"Gazze'de açıkça bir soykırım işleniyor"

Uzun süredir Filistin devletini tanımanın önemine işaret eden İnsan Hakları İzleme Örgütünün (HRW) eski Direktörü Profesör Kenneth Roth, basına yaptığı açıklamada, "Gazze'de açıkça bir soykırım işleniyor. Bence Gazze'de olup bitenlerin en adil tanımı bu. Soykırımı, bence çok dar bir açıdan, Holokost veya Ruanda'da yaşananları kapsayacak şekilde düşünme eğilimindeyiz. Ancak anlaşma aynı zamanda bir grubun kısmen öldürülmesini de yasaklıyor ve Gazze'de olan da bu. Sadece doğrudan öldürmeyi değil, aynı zamanda bir grubu kısmen yok edecek kadar yaşam için elverişsiz koşullar yaratmayı da yasaklıyor." diye konuştu.

Roth, "Filistin Devleti'nin giderek daha fazla tanınmasının soykırımı durdurmayacağını düşünüyorum. Ancak bu durum siyasi açıdan hala önemli çünkü Netanyahu'nun İsrail-Filistin sorununa, yani Filistinlilerden kurtulmaya yönelik çözümünü sürdürmesini zorlaştırıyor." değerlendirmesini yaptı.

Amerikalı hukukçu, şöyle devam etti:

"Giderek daha fazla hükümet Filistin Devleti'ni tanıdıkça, bu Netanyahu'nun şüphesiz 2 milyon Filistinliyi Gazze'den zorla sınır dışı etmesine ve ardından Filistinlileri işgal altındaki Batı Şeria'dan sınır dışı etme çabalarına izin vermeme kararlılıklarının bir göstergesi."

"Bu uzun zamandır beklenen adım en azından şimdi hızla atılmalıdır"

Roth, Netanyahu'nun Gazze'deki soykırımını durdurmanın anahtarının ABD Başkanı Donald Trump'ın baskısı olduğunu belirterek, Avrupa'nın tavrıyla ilgili de şunları söyledi:

"AB Komisyonu'nun İsrail ile ortaklık anlaşması kapsamındaki ticaret avantajlarını askıya alması bu kadar uzun sürmemeliydi. Bu, uzun zaman önce atılması gereken çok açık ve güçlü bir adım. Umarım şimdi hızla atılır. Ursula von der Leyen'in bunun olacağını söylemesi, olacağı anlamına gelmez ve ne kadar çabuk olursa, soykırımın acısı sıradan İsrailliler tarafından o kadar fazla hissedilir ve bu da Netanyahu'ya baskı yapabilir. Dolayısıyla, bu uzun zamandır beklenen adım en azından şimdi hızla atılmalıdır."

"AB'nin bir bütün olarak Filistin Devleti'ni tanımasını çok isterdim." ifadesini kullanan Roth, "Ortak bir AB pozisyonunun bir taban olduğunu, tavan olmadığını ve bireysel hükümetlerin ortak AB pozisyonundan daha fazlasını yapabileceğini kabul etmek her zaman önemlidir. Bu yüzden daha fazla hükümetin bireysel olarak AB Filistin Devleti'nin resmen tanınmasını kabul etmesini umuyorum." ifadelerini kullandı.