Paris’te Müslümanlara yönelik ayrımcılık masaya yatırıldı
Paris’te düzenlenen İslamofobi konferansı, Fransa’da Müslümanların artan baskı ve ayrımcılık altında bir araya gelmesinin bile direniş sayıldığı bir ortamı gözler önüne serdi.
Paris’te düzenlenen son İslamofobi konferansına katılan Roshan Muhammed Salih, Fransa’daki Müslümanların durumunun o kadar kötüleştiğini söylüyor ki, Müslümanlar olarak bir araya gelmek, konuşmak ve örgütlenmek, artık sistematik baskı ve susturmaya karşı başlı başına bir direniş eylemi haline gelmiş durumda.
Paris’te İslamofobi üzerine bir konferans düzenlemek, normal şartlarda bir meydan okuma gibi hissettirmemeli. Ancak günümüz Fransa’sında, Müslümanları, aktivistleri, akademisyenleri ve müttefikleri tek bir salonda toplayıp ayrımcılığı açıkça konuşabilmek bile başlı başına siyasi bir başarı olarak görülüyor.
Berkeley Üniversitesi tarafından, L’Espace Malcolm X ile birlikte ve çeşitli Müslüman ile Pan-Afrikacı kuruluşların ortaklığıyla düzenlenen Uluslararası İslamofobi Forumu, sıradan bir konferanstan çok daha fazlasıydı. Bu toplantı, Müslüman seslerin marjinalleştirilmesi, bastırılması ya da kontrol altına alınması gerektiği fikrine karşı sessiz ama güçlü bir itiraz niteliği taşıyordu.
CAGE International’dan Rayan Freschi, konferansla ilgili şunları söyledi: “Batı’daki belki de en İslamofobik ülkede, Fransa’nın tam kalbinde böylesine önemli bir konferans düzenleyebildik. Bu başlı başına büyük bir şey, büyük bir başarı.”
Yaklaşık 120 kişi konferansa katıldı. Katılımcılar arasında Fransa, İngiltere ve ABD’den tanınmış Müslüman akademisyenler ve aktivistler vardı. Bu sayı büyük görünmeyebilir; ancak Müslüman görünürlüğünün giderek bir tehdit olarak sunulduğu bir siyasi atmosferde, bu varlık son derece anlamlıydı. Freschi, “Mesajlarımızı ve anlatılarımızı yaymak için elde ettiğimiz bu platform inanılmaz derecede önemliydi” dedi.
Sistematik İslamofobi
Konferans boyunca dikkat çeken nokta, konuşmacıların İslamofobiyi münferit olaylar zinciri olarak değil, bütünlüklü bir sistem olarak tanımlamalarıydı. Urgence Palestine ve diğer Müslüman kuruluşlarda yer alan aktivist Elias D’Imzalene, durumu şu sözlerle özetledi:
“Bugün Fransa’daki Müslümanların durumu hakkında ne söylenebilir ki? İyi değil ve giderek daha da kötüleşiyor.”
D’Imzalene’e göre Fransa’daki İslamofobi; hukuki, kültürel ve siyasi düzeylerde işliyor. Okullarda genç kızlara başörtüsü yasağı, kamusal alanlarda peçe yasağı ve çok sayıda Müslüman derneğin kapatılmasına yol açan ‘ayrılıkçılık yasası’ bu politikanın örnekleri arasında yer alıyor.
“Binlerce dernekten söz ediyoruz” diyen D’Imzalene, İslamofobiyle Mücadele Kolektifi (CCIF) ve BarakaCity gibi kuruluşların kapatıldığını hatırlattı. “Müslümanlar arasında dayanışma ve bağ oluşturan her şey bugün kapatılma tehdidi altında.”
Tartışmalardan çıkan ortak kanaat, Fransız devletinin artık sadece dini ifade biçimlerini düzenlemekle kalmayıp, Müslümanların kendi kendini örgütlemesini fiilen suç haline getirdiği yönündeydi. D’Imzalene bunu şöyle tanımladı:
“Fransız siyasetçileri İslamofobide yeni bir radikalleşme aşamasına girdi. Bu aşama, sözde ‘sızma’ ile mücadele söylemi.”
Bu bakış açısına göre Müslümanlar, yalnızca bağımsız örgütlendiklerinde değil, ana akım sivil hayata katıldıklarında bile şüpheli kabul ediliyor.
Bu baskılar soyut değil; polis kontrolleri, fonların dondurulması, camilerin kapatılması ve etkinliklerin iptali gibi somut sonuçlar doğuruyor. Organizatörler, salon bulmanın giderek zorlaştığını anlattı. D’Imzalene, “Yetkililer mekân sahiplerini arayıp iptal etmeleri için baskı yapıyor. Bazen belediye başkanları ya da valiler doğrudan konferansları iptal ediyor” dedi.
Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik mi?
Fransa’nın ifade özgürlüğüyle övünmesine rağmen, Müslümanların açıkça konuşmanın gözetim veya yargı tehdidi doğurduğu bir ortamda yaşamak zorunda kalması büyük bir çelişki olarak öne çıkıyor. D’Imzalene’in kendisi de, Filistin yanlısı gösterilerde “intifada” kelimesini kullandığı için antisemitizm suçlamasıyla yargılanıyor. Bu suçlamayı kesin bir dille reddeden D’Imzalene, durumu şu sözlerle değerlendirdi:
“Bir köpeği öldürmek istiyorsanız, ona kuduz dersiniz.”
Tüm bu baskılara rağmen konferansın havası umutsuz değildi. Aksine, direnç ve kararlılık ön plandaydı. Freschi, “Karşı karşıya kaldığımız büyük baskıya rağmen, direnişimizi ifade etmenin her zaman bir yolu vardır” dedi.
Bu buluşma, Fransa’da İslamofobinin artık sadece toplumsal bir önyargı değil, bir konuşmacının ifadesiyle ‘siyasetin grameri’ haline geldiğini ortaya koydu. Yasaları meşrulaştıran, tartışmaları şekillendiren ve kimin konuşabileceğini belirleyen bir yapıdan söz ediliyor. Buna rağmen salonlar doluyor, insanlar geliyor ve konuşmalar sürüyor.
Konferanstan ayrılırken akılda kalan düşünce şuydu: evrensel değerlerle övünen bir ülkede, Müslümanlar artık bir araya gelme, konuşma ve kamusal alanda var olma hakkı için mücadele etmek zorunda. Bu konferansın yapılabilmiş olması bir başarı. Ancak bunun cesaret gerektirmesi, asıl sorgulanması gereken durum.



