Transatlantik gerilimler ve savunma hamlesi, AB’nin 2025 gündemine damga vurdu
ABD ile ilişkilerde artan gerilim ve Rusya kaynaklı güvenlik tehditlerinin şekillendirdiği 2025’te Avrupa Birliği (AB), savunmadan genişlemeye, göçten aşırı sağın yükselişine uzanan çok katmanlı bir sınavdan geçti.
AB'de Ursula von der Leyen'in başkanlığındaki yeni Komisyon, görevdeki ilk yılını tamamlarken 2025 Brüksel için "güvenlik" algısının şekillendirdiği bir yıl oldu.
1 Aralık 2024'te 2'nci kez koltuğa oturan von der Leyen, 9 Mart 2025'te yaptığı "ilk 100 gün" konuşmasında, AB'nin içinden geçtiği rüzgarı "1 Aralık günü, sanki bir ömür önceymiş gibi geliyor. Dünya yıldırım hızında değişiyor. Jeopolitik değişimler, ittifakları sarsıyor. On yıllardır süregelen kesinlikler parçalanıyor. Sınırlarımızda hala vahşi bir savaş sürüyor." sözleriyle ifade etti.
2025’te bu güvenlik kaygısını tetikleyen en önemli faktörlerden biri, ABD’de Donald Trump yönetiminin yeniden iş başına gelmesi oldu.
Trump’ın NATO’da yük paylaşımına ilişkin sert çıkışları ve Avrupa’ya yönelik açık baskısı, Brüksel’de uzun süredir teorik bir çerçevede ele alınan "Washington’a bağımlılık" tartışmasını, artık ertelenemez ve somut politika adımları gerektiren bir aciliyet alanına dönüştürdü.
Bu yeni yaklaşımın kurumsal zemini, 3 Şubat’ta düzenlenen ilk AB savunma zirvesiyle güçlendirildi. Ardından 19 Mart’ta açıklanan ve 2030 hedeflerini içeren savunma yol haritası, Birliğin artık savunmayı geçici kriz refleksiyle değil, orta ve uzun vadeli planlamayla ele almak istediğini ortaya koydu.
Savunma harcamaları ve üretimlerinin ulusal düzeyde artırılması teşvik edilirken bu harcamaların AB ölçeğinde koordine edilmesi öncelik haline geldi. Bu politikanın en görünür ürünü olan "Avrupa Güvenlik Eylemi" (SAFE) isimli ortak savunma finansman programı, Brüksel'de yıl boyunca konuşuldu.
150 milyar avroluk savunma fonuna 19 üye ülke başvurdu, AB, Kanada ile ortaklık anlaşması imzaladı ancak İngiltere ile yapılan müzakereler sonuçsuz kaldı.
"Hibrit" tehditlerle mücadele
2025’te savunma tartışmalarını genişleten bir diğer unsur, "hibrit" tabir edilen tehditlerin görünür hale gelmesi oldu.
Özellikle AB’nin doğu kanadında ve Kuzey Avrupa ülkelerinde yıl boyunca kaynağı belirsiz dronların görülmesi, güvenlik kurumlarını alarma geçirdi.
Baltık ülkeleri başta olmak üzere Polonya, Romanya gibi doğu kanadı ülkelerinde raporlanan dron vakalarına, Belçika ve Danimarka gibi ülkelerde de benzer olaylar eklendi.
Bu gelişmeler, klasik "askeri tehdit" tanımının yetersiz kaldığını ve düşük maliyetli, belirsiz aktörlü saldırı risklerinin arttığını gösterdi.
10 Eylül’de duyurulan "dron duvarı" girişimi, bu kaygıların somut sonucu olarak ortaya çıktı. AB, doğu sınırı boyunca dronlara karşı "ortak erken uyarı ve savunma hattı" kurmayı hedefledi.
Dron Savunma Girişimi’nin 2026’nın ilk çeyreğinde başlatılması, yılın sonuna doğru da operasyonel hale gelmesi planlandı.
Ukrayna cephesi
2025'te 3. yılını dolduran Rusya-Ukrayna Savaşı, AB için "varoluşsal bir tehdit" olmaya devam etti.
Moskova’ya yönelik yaptırımlar, hem kapsam hem süre açısından genişletildi. Rus devleti ve oligarklara ait dondurulmuş varlıklardan elde edilen gelirlerin, Ukrayna’nın yeniden inşası ve uzun vadeli mali ihtiyaçları için kullanılması, yıl boyunca Brüksel'de yapılan en hararetli tartışmaların konusu oldu.
AB tarafından siyasi bir duruş olarak kurgulanan bu yaklaşıma, başta Belçika olmak üzere bazı üye ülkelerden gelen itirazlar neticesinde, 18 Aralık'ta yapılan yılın son ve en zorlu zirvesinde, AB, Ukrayna'nın 2026-2027 için finansman ihtiyacının Rusya'nın dondurulmuş varlıkları yerine 90 milyar avroluk ortak borçlanmayla giderilmesinde karar kıldı.
Ukrayna "cephe"sinde AB için bir diğer kaygı kaynağı da Trump öncülüğünde savaşın geleceğine ilişkin diplomatik süreçlerde, Avrupa’nın rolüne dair belirsizlikten kaynaklandı.
Trump'ın, Rus mevkidaşıyla ağustosta yapacağı zirvenin hazırlıkları sürerken masa dışında kalması halinde varılacak olası barış anlaşmasının Avrupa'nın çıkarlarını göz ardı etmesi ve Rusya’nın gelecekteki saldırganlığını caydıracak güvenlik garantilerini içermemesi endişesi, Avrupalı liderleri Brüksel-Londra-Paris hattında yoğun temas trafiğine sürükledi.
Bu çabaların sonucunda, Beyaz Saray, 19 Ağustos'ta Trump'ın Ukraynalı, İngiliz, Alman, Fransız, Finlandiyalı mevkidaşları ile NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, AB Komisyonu Başkanı von der Leyen'i ağırladığını bildirdi. Tarihi zirvede, savaş sonunda Ukrayna'ya verilecek güvenlik garantilerini ele alan liderler, NATO'nun 5. maddesi benzeri garantiler de dahil seçenekleri tartıştı.
Yıl sonuna doğru Trump'ın planıyla barış diplomasisi hız kazanırken 15 Aralık’ta Berlin'de bir araya gelen Avrupalı liderler, Ukrayna’nın Rusya’ya olası toprak tavizlerine ilişkin herhangi bir kararın ancak güçlü güvenlik garantileri sağlandıktan sonra alınabileceği konusunda mutabakata vardı, bu garantilerin Avrupa öncülüğünde kurulacak ve ABD tarafından desteklenecek çok uluslu bir gücü de içermesi gerektiği belirtildi.
Göç ve Şengen
Uzun yıllardır müzakere edilen Göç ve İltica Paktı’nda, geçen sene uzlaşılmasıyla 2025'te yapılan AB zirvelerinde "göç" başlığı ana olmasa da tali bir gündem unsuru olmaya devam etti.
Zirveler marjında, başta İtalya olmak üzere, göçten doğrudan etkilenen ülkelerin liderleri, AB yönetimiyle bir dizi temas gerçekleştirdi. Bu görüşmelerde, düzensiz göçle mücadelede mevcut sistemin yetersiz kaldığı vurgulanırken “yenilikçi çözümler” başlığı altında yeni uygulama alanları tartışıldı.
Bu çerçevede AB Komisyonu tarafından hazırlanan yeni yasa teklifiyle İtalya-Arnavutluk anlaşmasıyla uygulamaya konulan ve tartışmalara yol açan "üçüncü ülkelerde geri dönüş merkezleri kurulması" modeli yasal bir zemine oturtulmak istendi.
Komisyon, 11 Mart’ta yaptığı açıklamada, sığınma başvurusu reddedilen kişilerin geri gönderilmesine ilişkin AB genelinde ortak kurallar getirildiğini duyurdu. Yeni düzenleme ile geri dönüş kararlarının tüm üye ülkelerde tanınması, geri gönderme süreçlerinin hızlandırılması ve işbirliği yapmayan üçüncü ülkelere yönelik yaptırım seçeneklerinin genişletilmesi öngörüldü.
Öte yandan 2025, Şengen bölgesi açısından da kritik bir yıl oldu. Bulgaristan ve Romanya’nın iç kara sınırlarının da açılmasıyla, iki ülke Şengen'e fiilen tam dahil olurken, üye ülkelerin sayısı 29’a yükseldi. Ancak bu genişlemeye rağmen serbest dolaşım, yıl boyunca güvenlik ve göç gerekçeleriyle uygulanan geçici sınır kontrolleri nedeniyle baskı altında kaldı.
2025’te göç ve Şengen dosyaları, AB’nin hem dış sınırlarını sıkılaştırma hem de iç serbest dolaşımı koruma hedefleri arasındaki dengeyi kurmakta zorlandığını ortaya koyan alanlar arasında yer aldı.
Genişleme
2025’te AB için "güvenlik" başlığıyla doğrudan bağlantılı bir diğer alan da genişleme süreci oldu. Brüksel, genişlemeyi artık yalnızca teknik bir üyelik meselesi olarak değil, Birliğin stratejik derinliği ve güvenliğiyle bağlantılı politika aracı olarak ele aldı.
Bu çerçevede, Ukrayna ve Moldova’ya yönelik siyasi destek mesajları üst düzey temaslarla sürdürülürken reform süreçlerini ayakta tutmaya dönük mali araçlar da devreye alındı.
Batı Balkanlar cephesinde ise AB, bölge ülkelerinin Birliğe olan bağlılığını korumak amacıyla ekonomik büyüme planları, altyapı yatırımları ve ortak pazarla kademeli entegrasyon gibi teşvik mekanizmalarını ön plana çıkardı. 2025 boyunca verilen mesaj, "üyelik perspektifinin canlı tutulduğu ancak ilerlemenin somut reformlara bağlandığı" mesajı üzerine kuruldu.
"Genişleme" başlığında atılan bu adımlar, AB’nin doğu sınırlarında istikrar yaratma ve Rusya kaynaklı güvenlik risklerine karşı siyasi bir tampon alan oluşturma hedefinin parçası olarak değerlendirildi. Ancak hem iç siyasi baskılar hem de karar alma süreçlerindeki oybirliği zorunluluğu, genişlemenin hızını sınırlayan temel faktörler olmaya devam etti.
Brüksel kulislerinde, özellikle Ukrayna'nın katılımı için Macaristan vetosunu aşabilme hedefiyle yeni üyelerin ilk aşamada tam oy ve veto hakkı olmadan Birliğe katılabilmesi seçeneği değerlendirildi.
Aşırı sağ baskısı ve siyasi iklim
2025 boyunca aşırı sağın yükselişi daha görünür hale gelirken göç karşıtı ve güvenlik odaklı söylemler ana akım siyasetin diline de nüfuz etti.
Avrupa Parlamentosu Genel Kurul oturumları hemen her başlıkta siyasi yelpazenin farklı uçlarının çekişmeli tartışmalarına sahne oldu.
Bu süreçte von der Leyen başkanlığındaki Komisyonun meşruiyeti de sorgulandı. Hem yaz tatili arasından önce hem de sonra aşırı sağ ve sol gruplar tarafından ayrı ayrı verilen gensorular, İsrail'in Gazze'deki soykırımına destek vermesi, Pfizer'le Kovid-19 aşıları üzerine yapılan anlaşmalara dair gizli mesajlaşmaların açıklanmaması, AB fonlarının yönetiminde usulsüzlük iddiaları ve ticaret anlaşmalarında Avrupa çiftçileri ile çevre standartlarının göz ardı edilmesi gerekçelerine dayandırıldı.
Alman siyasetçi girişimlerin sonunda güven tazelemiş olsa da bu gelişmeler, AB yönetiminin Komisyonun yalnızca dış tehditler ve jeopolitik risklerle değil, içeride giderek sertleşen siyasi atmosferle de mücadele etmek zorunda kaldığını ortaya koydu.



